Türkiye Sovyetler Birliği’nin Yolundan mı Gidiyor?
Sovyetler Birliği’nin dağılışı, kuruluşu kadar büyük bir ders niteliğindedir. Tarihte Sovyetler Birliği kadar kansız ve hızlı yıkılan başka hiçbir devlet yoktur. Karl Marx tarafından dünya halklarının kurtuluşu olarak öngörülen siyasi ve ekonomik modelin ilk ve en uzun denemesinin başarısızlıkla sonuçlanması, Sovyetler Birliği deneyiminin eşsizliği kadar başarısızlığına da dikkat çekmektedir.
Doksanlı yılların başlarında soğuk savaş yıllarının ardından dünyada iletişim olanaklarının da gelişmesiyle demokratik talepler artmış, batılı endüstrinin gelişmişliği ve zenginliği karşısında Sovyet halkları yıpranmaya başlamıştı. Komünist rejim altında yaşamanın bedelini ödemek istemeyen halklar arasında bazı rahatsızlıklar baş gösteriyordu. Batının aksine merkezileşen ve bürokratik bir sınıf yaratan Sovyetler Birliği, devlet kontrolünü sağlamak için özgürlükleri kısıtlama ve baskıyı arttırma yoluna gitmişti. Ancak Sovyetlerdeki eğitim standardının yükselmesi entelektüel birikimi yüksek bir toplum inşa ediyordu. Düşünen ve sorgulamaya başlayan bir halk, kendi kendini bitiren rejim olgusunun temellerini atmıştı.
Batının endüstriyel gelişmişliği karşısında geri kalan ve ağır bürokratik süreçlerle boğuşan Sovyet Halkları, sosyal ve kültürel alanda yaşanan yüksek entelektüel birikime rağmen beklenen atılımların yapılmaması ile değişim taleplerini yükselmekteydi. Bu dönemde batı ve özellikle ABD ile girişilen silahlanma yarışı Sovyetler Birliği’nin askeri harcamalarını arttırmıştı. Askeri harcamaların yarattığı ekonomik kriz ile birlikte bağımsızlık söylemlerini yükselten halklar arasında artan milliyetçi akımlara karşı Kızıl Ordu ve KGB düzenlediği iç operasyonlar ile dağılmanın önüne geçmeye çalışıyordu. Bu amaçla KGB ve Kızıl Ordu son bir hamle ile çöküşe mâni olmak maksadıyla 1991 Ağustos’unda bir darbe gerçekleştirmiştir. Boris Yeltsin’in darbe girişimine karşı durması ve Yeltsin’i destekleyen on binlerce yandaşının meclis binasını kuşatmasıyla darbe sonuçsuz kaldı.
Boris Yeltsin’in o dönem bir tankın üzerinde yaptığı konuşma ve gösterdiği liderlik, kendisini Rusya Federasyonu’nun ilk devlet başkanlığına taşıdı. Sovyetlerin çöküşündeki birinci neden, batının gelişmişliği ve modernizmi karşısında kendi halklarının ihtiyacına cevap verememesi olmuştur. İkinci olarak ise toplumsal değişimi iyi okuyamamış ve buna yönelik adımları atmamıştır. Üçüncü neden yaratılan bürokratik sınıfın Sovyetler Birliği’ni oluşturan halkları kontrol etmek için özgürlükleri ve demokratik hakları kısıtlamasıdır. Dördüncü neden batı bloğuna karşı girişilen silahlanma yarışı ve askeri harcamaların ortaya çıkardığı ekonomik krizdir.
Sovyetler Birliği’nin geçtiği süreçleri okumak geleceğimizi ön görmek için yeterlidir. Türkiye AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılından beri seçmen profilinde büyük değişim yaşıyor. Bugünün Z kuşağı AKP’den başka iktidar görmedi. Genç nüfusun ihtiyaçları ve beklentileri kendilerinden öncekilerden oldukça farklı. En azından bir gelecek endişeleri ve değişime yönelik beklentileri var. Sovyetler Birliği’ndeki yükselen entelektüel birikim gibi bugünün Türk gençliği, internet sayesinde ve teknolojiyi kullanma yetenekleriyle pek çok bilgiye ulaşıp farklı bir kültür ve düşünce ortaya koyuyor. İktidarın kendi siyasi kaygılarıyla onların özgürlüklerini kısıtlaması ve yasaklar icat etmesi sadece kendini kaçılmaz sona daha hızlı götürür.
AKP iktidarı klasik söylemleri ile kendi tabanına hitap etmeye çalışsa da 2003 yılından bu yana Türkiye’de çok şey değişti. Bu değişim ile iktidarın toplumsal beklenti ve ihtiyaçlara cevap verebildiği söylenemez. Toplumsal ihtiyaçları okuyamamak ve gelen eleştirilere tahammülsüzlük göstermek sadece Türkiye’nin önünü tıkar. 17 senelik AKP iktidarının kendi zenginlerini yarattığı ve kendi saray sınıfını oluşturduğu apaçık ortadadır. Gelen eleştirilere de en büyük tahammülsüzlüğü ise bu sınıf gösteriyor. Bu nedenle özgürlükleri kısıtlama, yasaklama ve çeşitli düzenlemelerle duymak istemedikleri seslere kulaklarını tıkıyorlar.
Türkiye’nin Sovyetler ’in izinden gittiğinin bir başka alameti de askeri sanayi ve teknolojiye yaptığımız harcamalardır. Belki hem iç hem de dış güvenlik için bu yatırımları yapmalıyız, çünkü tarihsel düşmanlıklar halen devam ediyor. Askeri teknoloji olarak gelişmişliğimiz gurur kaynağımız ancak bu harcamaları dengeleyecek devlet gelirlerinin olması gerekir. Bu askeri harcamaları; yandaş sanayiciye vergi affı ve indirim uygulayıp, saray harcamalarını ve kamu israfını katlarken, vatandaşa vergi olarak yansıtamazsınız. Enerji bağımlılığımızı, kamu masraflarını ve askeri harcamaları dengeleyecek işe yarar bir ekonomi politikamız olmadığı için Türk Lirası her geçen gün eriyor. Ekonomik verileri manipüle edip vatandaşı kandırmak artık hiçbir işe yaramaz. Çünkü pazara markete gidenler cüzdanlarına baktıklarında zaten gerçeği görüyorlar.
Sovyetler Birliği’ni çöküşe götüren süreçlerin bir benzerinden günümüz koşullarında bizde geçiyoruz. Elbette biz Sovyetler Birliği gibi dağılmayız, çünkü öyle bir yapıya sahip değiliz. Ancak bunun bedelini hepimiz ağır öderiz. Önemli olan tarihteki örnekleri görüp onların yanılgısına düşmemektir. Geçmiş örneklerden ders alıyor muyuz? Hiç sanmıyorum… AKP iktidarı, Türkiye tarihinde kendi siyasi başarılarının eşsizliğini yazarken diğer yandan da Türkiye tarihinde açtığı onarılması güç hasarların da eşsizliğini yazıyor. Bu açıdan gelecek bizlere, farklı bir Sovyet deneyimini yaşatabileceğini işaret ediyor.