BİR GARİP DENEY VE TÜRKİYE
Daha önce Muzaffer Şerif adını duydunuz mu hiç bilemiyorum. Kendisi Amerika’da yaşamış sosyal psikolojinin kurucularından Türk asıllı bilim insanıdır. Dünya onu gerçekleştirdiği pek çok deney ile tanıdı, bunlardan biri de “Robbers Cave” deneyidir. Muzaffer Şerif ve Amerikalı meslektaşları 1945 yılında bir deney yapmaya karar verirler. Birbirlerinden habersiz iki ayrı grup erkek çocuğu izci kampına götürürler. Çocukların hiç biri bir deneyin parçası olduğunu bilmezler. Şerif ve arkadaşları kamp içerisindeki ilişkileri ustaca manipüle ederek, grup ilişkilerini inceler.
İlk aşamada her bir grubun kendi içindeki bağları güçlendirmesi ve ortak değerleri paylaşabilmesi için çeşitli oyunlar, eğlenceler ve etkinlikler düzenlerler. Her bir grup kendine bir bayrak ve isim belirlemiştir. Bu noktadan sonra grup üyeleri arasındaki roller ve hiyerarşik durum netleşmeye başlar. Daha sonraki aşamada birbirinden habersiz iki grubun birbirinden haberdar olmaları sağlanır.
Birbirinden haberdar olan gruplar arasında net psikolojik bariyerler vardır. İki grupta bir diğerine ön yargılı bir şekilde yaklaşmaya başlamıştır ve her bir grup bir diğerine karşı savunucu bir tutum içindedir. Deneyin bu aşamasında araştırmacılar gruplar arasında rekabeti arttıracak yarışmalar düzenlenmesine karar verirler. Düzenlenen çeşitli müsabakalarda gruplar arasındaki düşmanlık ve saldırgan tutum giderek artar. Durum öyle bir hal alır ve kontrolden çıkar ki yaşanan olumsuz durumlardan dolayı deneyin bir sonraki aşamasına daha erken geçilir.
Deneyin üçüncü ve son aşamasında, oluşan düşmanlıklara rağmen her iki grubu da ilgilendiren daha büyük sorunlara karşı birlikte hareket etmeleri için çeşitli düzmece sorunlar yaratılır ve engeller çıkarılır. İlk sorun kampların suyunun kesilmesidir, bu aşamada kamp üyeleri su kaynağını tamir etmek için birlikte çalışmak zorundadırlar ve iş birliği ile bu sorunu hallederler. Bir başka problemde kamp üyelerinin hepsinin seveceği bir filmin kiralanarak izlenmesidir. Bunun için her bir grubun kendi bütçeleri bu filmi kiralamak için yetmemektedir. Ancak her iki grup ta bütçelerini birleştirip ortak hareket ederek filmi kiralayıp izlerler.
Araştırmacılar her iki grubu ilgilendiren üst sorunlara karşı birlikte hareket eden ve iş birliği yapan grup üyelerinin, birbirlerine yönelik ön yargılarını yıktıklarını ve aralarındaki iletişimin arttığını gördüler. Yaratılan üst sorunlar, grup üyelerini birbirine daha da yakınlaştırmış ve birlikteliklerini arttırmıştı. Robbers Cave deneyini gerçekleştiren araştırmacılar ortak sorunlar ve ortak hedefler yaratmanın iki grup arasındaki çatışmaları çözmek için doğru bir yol olduğu sonucuna vardılar. Buna “Gerçekçi Çatışma Teorisi” adını verdiler.
Bu, gerçekçi çatışma teorisinden saray hükümetinin haberi var mıdır bilemiyorum, ancak çok iyi uyguladıkları kesin. Bunun ilk örneği çözüm sürecinde özerk mahalleler yaratan pkk ya karşı girişilen operasyonlar oldu. İç siyasette bunalan hükümet, o özerk mahalleleri nasıl yarattığını unutup, Doğu ve Güneydoğuda gerçekleştirilen askeri operasyonlarla Türk halkının iktidara olan desteğini arttırdı. Resmen pkk tarafından ele geçirilen ve işgal edilen mahalleler teröristlerden geri alındı. Türk milleti ordusunun ve hükümetinin yanında yer alıp teröre karşı tek yumruk oldu.
Yine iç siyasette hükümetin sıkıntılı günler geçirdiği bir dönemde 15 Temmuz geldi. 15 Temmuz olayları ise hükümete olan desteğin nirvanasıydı. İster istemez herkes darbe girişimini bastıran hükümetin yanında yer aldı. İktidar, düşman yarattıkça kendine olan desteğin artmasının tadını almış olacak ki, bu sefer karşımıza Suriye geldi. Ruslara göre 33 Türk askeri olmaması gereken yerde vuruldu. Bu konuda sorulacak soru çok fazla ama yine ortak düşmana karşı birleşip, şehit olan 33 askerimizin siyasi sorumluluğu kime aittir diyemeden kendimizi Suriye’de bir savaşın içinde bulduk. Hükümet bazı şeylerin üzerini örtüp halk desteğini yanına almayı başardı.
İktidar yine durmadı bu sefer Libya’daydık, ortak başka bir düşmana karşı hükümetin yanında yer alıp zafer şarkıları söyledik. Bayraktar SİHA’lar, Pantsir avlarken hükümet kendine olan halk desteğini korumaya devam etti. AKP hükümeti iç politikada yaşadığı sorunları sürekli ortak bir düşman yaratarak aşmaya çalışıyor. Dış güçler, şer odakları, faiz ve döviz lobisi, gizli mihraklar, Londra merkezli finans kuruluşları işi gücü yok, zaten hep bizle uğraşıyor. Bunlara bir de şimdi Doğu Akdeniz eklendi, artık yeni düşmanlarımız var. Yunanistan, Fransa, İtalya, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, B.A.E., Rusya, ABD ve AB, Doğu Akdeniz’deki yeni düşmanlarımız.
8 TL’ye koşan dolar, 500 TL’ye yaklaşan altın, işsizlik, daralan ekonomi, artan enflasyon, tırmanan faiz bunlar bizim hiç düşmanımız değil sanki. Bunlar iktidarın karnesi ve bu karneyi gizlemek için bize başka problemler gösteriliyor. Hükümet açıkça siyasi ömrünü uzatmak için dış politikada sorunları körükleyip kaşıyıp muhalefetin ve halkın desteğini yanına almaya çalışıyor. Dış işleri bakanımızın bir Fransız’a ağzının payını vermesini ayakta alkışlıyoruz, Cumhurbaşkanı Danışmanının Yunanistan’a efelenmesiyle gurur duyuyoruz. F16’larımızın bir yerleri bombalamasıyla mutlu oluyoruz, denizlerde fırkateynlerimizin başka ülke hücumbotlarını kovalamasını takdir ediyoruz.
Ünlü savaş sanatları üstadı Sun Tzu, en büyük zaferin savaşmadan elde edilen bir zafer olduğunu söyler. Çünkü bir savaşın hiç kimseye faydası yoktur. Günümüz ülkeleri başka ülkelerle işbirliği ve stratejik ortaklıklar kurarak büyümeye çalışıyor. Kültürel, ekonomik, askeri işbirlikleri ile hem kendi güvenliklerini sağlama hem de kendi refah seviyelerini arttırma yoluna gidiyor. Bizim uyguladığımız yol ise ona buna efelenip, oraya buraya karışıp ortak düşman yaratarak iktidarın siyasi ömrünü uzatmaya çalışmak. Rekorlar kıran döviz kurlarını; Yunan ve Fransız savaş gemileri burnumuza kadar gelip İsrail savaş uçakları Güney Kıbrıs’a konuşlandığı için konuşamıyoruz.
Hiç, yabancı basını araştırıp diğer ülkeler bizim hakkımızda ne konuşuyor bakabiliyor musunuz? Yabancı diliniz yoksa bile web sayfasına sağ tıklayıp “Türkçeye Çevir” deyip dünya bizim hakkımızda ne diyor öğrenebilirsiniz. Evet, dünya bizim hakkımızda hiç iyi şeyler söylemiyor fakat ulusal basınımıza göre tabi ki biz haklıyız. Biz gösterilen resim; “Tüm dünya bize karşı düşmanca bir tutum içinde ve istedikleri hükümeti devirmek, Türkiye’yi zor durumda bırakmak. Çare AKP ”, ulusal çıkarlarımız gereği hepimiz hükümeti desteklemek zorundayız. Aksi görüş vatan hainliği ile eşdeğer. Aslında mesele, rotasını AB’ye girmekten çeviren, NATO’dan kopan Türkiye’nin, Yeni Osmanlıcılık rüyası görüp dış siyasette hatalar yapması. Bu sayede yeni düşmanlarımız ve Türkiye’ye karşı kurulan ittifaklarımız oluyor.
Dış işleri bakanımızın performansından oldukça memnunum ancak, işi doğru yapmakla doğru işi yapmak arasında dünya kadar fark vardır. Dış işleri işini doğru yapıyor ancak doğru işler yapmıyor. İktidarın Yeni Osmanlıcılık hayalleri, tarihin sayfalarında unutulmaya başlanan eski düşmanlıkları tekrar hortlattı. Yedi düveli Anadolu topraklarından atan bu millet yeniden o yedi düveli karşısında bulmaya başladı. İş nasıl bu noktaya geldi hükümet bunu Türk milletine izah etmeli, çünkü bu milletin çıkarları ve geleceği AKP hükümetinin çıkarları ve geleceğinden daha üstündür.
Dış siyasette Türkiye giderek yalnızlaşıyor ve dünya toplumundan uzaklaşıyor. İçine dönük Kuzey Kore olma yolunda hızla ilerliyoruz. Türkiye’nin kaderi asimile olmadan Avrupa’ya tam entegrasyondur, NATO’nun bir ortağı olmaktır. AB ve NATO karşıtı biri olarak bu satırları yazacağım hiç aklıma gelmezdi ama maalesef Batı Medeniyeti ile iş birliği yapıp Osmanlı’ya karşı ayaklanan Arap milliyetçileri ile hiçbir geleceğimiz olamaz. Hele ABD ve AB’yi karşımıza alıp Ruslarla bir maceraya atılmak hayalcilik olur. Çünkü ABD ve AB, Ruslarla el sıkışırsa; büyük bi ihtimalle anlaşırlar, ki o zaman başka bir Sevr karşımıza gelir.
Dayılanmayla, efelenmeyle, vurur kırar dökeriz ile dış siyaset yapılmaz. Yunanistan 18 savaş uçağı almak için Fransa ile anlaşıyor ve onunla ittifak yapıyor. Sen istediğin kadar “Ey Fransa kilometrelerce öteden gelip Akdeniz’de ne işin var” deme. Sen de git Çin’den 100 savaş uçağı 10 fırkateyn 2 denizaltı al Ege’de Akdeniz’de Çin’e iki deniz üssü ver, Kıbrıs’a Çin uçaklarını radarlarını konuşlandır, ekonomik bariyerleri kaldır ve askeri işbirliğini arttır, bak masada o zaman nasıl oturabiliyorsun. Tabii ki bu durum işin biraz fantezi kısmı ama küçük bir örnek.
Gelecek günler, dış politikada rotamızın AB’den çevrilmesinin bedelini ağır ödeyeceğimizi gösteriyor. Hem basın hem de iktidar yaşadığımız sorunları ulusal bir mesele haline getirip hükümet lehine sonuçlar çıkarıyor. Muzaffer Şerif, “Gerçekçi Çatışma Teorisi” ile eminim Türkiye gibi bir senaryo ön görmemişti. Ama ne yazık ki bu teori tıkır tıkır işliyor ve bizi istemeyeceğimiz bir noktaya sürüklüyor.